9.4 C
Kiev
Cuma, Mart 29, 2024
spot_imgspot_imgspot_imgspot_img

Avrupalı uzman: “AB Kiev’i göz göre göre kaybetti”

abukr22Radikal gazetesi, Danimarka Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde Dış Politika ve AB Çalışmaları Bölümü Başkanı FabrIzIo TassInarI’ın, Avrupa merkezli internet sitesi “opendemocracy.net”te Ukrayna seçimleri hakkında çıkan makalesini çevirdi:

Turuncu Devrim’i destekleyip sonrasında Ukrayna’yı iyi yönetim konusunda teşvik etmeyen AB, ülkenin bugün yaşadığı yönetim krizinin kısmi sorumlusu sayılabilir. AB Kiev’e ne üyelik vaat etti, ne de iç dönüşümleri desteklemek için genelde kullandığı cezaları ve teşvikleri devreye soktu

‘Artık özgür seçimler yapıyor olmanız çok iyi. Ama neden bu kadar sık?’ Bugünlerde Kiev’de dilden dile dolaşan bu nükte, Batı’nın Ukrayna’ya karşı son beş yıldır sergilediği hayal kırıklığını özetliyor. Ancak daha yakından bir bakış, Avrupa’nın bu 46 milyon nüfuslu büyük komşusuna yönelik politikasında neyin bu kadar yanlış gittiğine dair çok şey anlatıyor.

Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko’yu nefes kesici bir biçimde iktidara taşıyan ‘Turuncu Devrim’in sönüp gitmesinin bir sebebi var. Sönüp gitti, çünkü Ukrayna’nın yönetilemez olduğu görüldü. Devrimin yolunu açan devlet başkanlığı seçimleri 2004-2005’te yapıldı; parlamento seçimleri 2006’da düzenlendi; ardından 2007’deki erken seçim geldi. 2010’daysa bir devlet başkanlığı seçimine daha tanık oluyoruz. Bu seçim bolluğu manidar.

Kiev ‘sanal siyaset’le meşgul

Son devlet başkanlığı seçimini kim kazanırsa kazansın, Kiev hâlâ Britanyalı akademisyen Andrew Wilson’ın ‘sanal siyaset’ dediği durumla malul: Artık düzenli olarak özgür ve adil seçimler düzenleniyor ve bu elbette ki az şey değil. Ancak politikaları uygulamak, kamu hizmetlerinin kalitesi ve yolsuzluk düzeyi konularındaki hükümet etme yeteneği bakımından Ukrayna’nın sicili hâlâ hayal kırıklığı yaratır nitelikte. Dünya Bankası’nın Yönetim Göstergeleri’ne göre Kiev’in bu konulardaki performansı, bazı Kuzey Afrika otokrasilerinden daha kötü.

Ukrayna’nın idari standartlarını yükseltmek, Avrupa politikasının en öncelikli hedefi olmalıydı. Turuncu Devrim döneminde AB Yüksek Temsilcisi Javier Solana ve o dönemki Polonya ve Litvanya devlet başkanlarının, mesele büyüyen krizi yatıştırmaya gelince son derece duyarlı olduğu ortaya çıkmıştı. Onların devreye girmesi, devlet başkanlığı seçiminin tekrarlanmasına ve bu kansız ayaklanmanın doruğa çıkmasına kapıyı açan bir anlaşmanın yapılmasına yardımcı olmuştu.

Brüksel’in sorunları, bu muazzam gelişmelerin sonrasında geldi. AB’nin devrimin hemen sonrasında önerebildiği tek şey, Yuşçenko’nun selefi tarafından müzakere edilen teknik bir ‘Eylem Planı’na yönelik 10 maddelik güncelleştirmeydi. AB o zamandan beri desteğini artırıyor; yeni girişimler başlatıyor ve daha fazla para öneriyor. Fakat Turuncu devrimcilerin ülkeyi büyük bir düzensizliğe ittiği gerçeğini doğru düzgün dikkate almıyor.

Sorun kısmen AB’nin öne sürdüğü koşulları sulandırmasından kaynaklanıyor. Avrupa’nın ortaklık içinde olduğu bir ülkenin iç dönüşümünü desteklemek amacıyla kullandığı esas mekanizma katı bir cezalar ve teşvikler dizisi olagelmiştir. Ancak Ukrayna örneğinde AB, Kiev taahhütlerinden saptığında anlaşmaları askıya almadı veya parayı kesmedi.

Diğer yandan, Brüksel Ukrayna’nın AB kurallarına riayet etmesi halinde ne elde edebileceği konusunu da muğlak bırakıyor. Kritik husus, AB’nin Ukraynalıların büyük bölümünün can attığı tek şeyi önermekten daima geri durmuş olması: AB üyeliği ihtimali.

Şu konuda kimse yanılgıya düşmesin: Siyasetçilerinin itiş kakışları ve iş dünyasıyla hükümetin arasından su sızmaması Ukrayna’nın kendi eseri olan sorunlar. Bundan dolayı Brüksel suçlanamaz. Ancak Avrupa’nın Ukrayna’ya yönelik müphem politikasının ardındaki en önemli iki sebebin bu ülkeyle pek âlakası olduğu söylenemez.

Bu sebeplerden ilki Avrupa’nın genişleme ‘yorgunluğu’yla ilgili.

AB’nin 2004’te Orta Avrupa’ya doğru genişlemesi, birliğin karar alım süreçleri ve meşruiyetiyle ilgili kaygılar yarattı. 2010’da artık Avrupalı siyasi karar mercilerinden Ukrayna’yı AB’ye almanın Meksika’yı ABD’ye almaya benzediği türünden açıklamalar (AB’nin eski genişleme sorumlusu Günter Verheugen böyle demişti) duymayabiliriz. Fakat yine de AB esasen Kiev’e kapının ne açık ne de kapalı olduğunu söyleyen muğlak formullerinden daha ileriye gitmiş değil.

İkinci sebepse elbette Rusya. Avrupa’nın Kiev’e taahhüdü hiçbir zaman Ukrayna’yla ekonomik, siyasi, tarihi ve kültürel bağları bulunan Rusya’nın yerine geçmek olmadı. Ancak bazı Avrupa ülkeleri Ukrayna’nın Avrupa hevesinin artçı şoklarından endişeli. Rusya’yla Gürcistan arasındaki 2008 savaşı olası artçı şokların en bariz örneğini sundu. Ukrayna’nın durumunda en dikkat çekici sonuçlar enerji politikalarıyla ilgili. Rusya’dan doğalgaz naklinin kesilmesine dair ilk haberler Ocak 2006’da manşetleri süsledi; Avrupa’ya doğalgaz tedariği bir günde üçte bir oranında azaldı. Rusya’nın Avrupa’ya ithal ettiği doğalgazın yaklaşık yüzde 80’inin üzerinden geçtiği Ukrayna o zamandan beri Moskova’yla sonu gelmez enerji geçiş atışmalarının merkezinde. Boru hattı jeopolitiğiyle karanlık aracıların ortasında kalan enerji, Doğu Avrupa’da kolayca reform yapılabilecek bir alan değil. Fakat Avrupa stratejik bakımdan böylesine hayati bir meselede yavaş ve koordinasyonsuz hareket ediyor.

Halkın refah seviyesi değişmedi

Herşeyin ötesinde, Ukrayna’da AB’yle daha yakın ilişkilerden yararlanmayı en çok hak edenler, yani sokaktaki insan için Avrupa’nın başarısızlığı elle tutulur, gözle görülür durumda. Zira Avrupa’nın ekonomi ve göç konularındaki endişesi Ukrayna’nın ve diğer büyük komşuların refahını artırmak için seferler edilen milyonlarca Avro’nun heba olmasına yol açıyor.

Birkaç yıl önce Avrupa medyasında yer alan küçük bir hikâye bu meseleyi gayet güzel tarif ediyor: Ukrayna’nın kırsal bölgelerinden 20 çocuk dondurucu kışta cesaretle yola koyulup kendi başlarına 500 kilometre uzaklıktaki Kiev’e
gider; amaçları AB vizesi için başvurmaktır. Orada, konsolosluk binalarının dışında, vize başvurusunda iddia ettikleri gibi Avrupa’daki bir festivale davet edilmiş bir yerel koro olup olmadıklarını kanıtlamaları
için şarkı söylemeleri istenir.

Acı bir hikâye olabilir bu, fakat ancak bu son beş yılda sergilenen ahlaki tavır kadar acı olabilir: Avrupalılar kendi içlerine bakmayı sürdürdükçe ve dışardakiler kendilerini bir başlarına terk edilmiş gibi hissettikçe, birliğin sınırları dışında yaptığı herşey anlamsız hale gelme riskini taşıyor. Daha da kötüsü, yapılanlar ters tepebilir. (Avrupa merkezli internet sitesi, Danimarka Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde Dış Politika ve AB çalışmaları bölümü başkanı, 3 Şubat 2010, Çeviri: Radikal gazetesi)  

Diğer Haberler

Bizi Takip Edin

26,500BeğenenlerBeğen
3,252TakipçilerTakip Et
3,989AboneAbone Ol
- Reklam -spot_img

Güncel Haberler